Pamuk Prenses Taksim'de

22 Ocak 2009 Perşembe

Bu kahramanların isimlerinin olmaması tamamen bir tesadüf değildir.

( Sahne ikiye bölünmüştür. Sahnenin sağı: Taksim’de Balkabağı Bar'da Külkedisi kostümüyle biri masada oturmuş daha sonra mektup olduğunu anlayacağımız kâğıtlarla yaptığı bardağı ile birasını huşu içerisinde fondaki alengirli müziğin eşliğinde dinlerken duvarda on ikiyi gösteren saati unutur. Sahnenin solu: Bir masa. Masanın başında bir adam... Masanın üstünde bir daktilo... Daktilonun yanında büyükçe bir şırınga... Hemen masanın yanında duran tahtadan beyaz bir at. Adam şırıngayı damarına batırıp kanını çekmektedir. Sonra daktilonun mürekkep bölümüne zerk edip yazmaktadır.)

(Sahnenin bu kısmını ben yazmadım)

— Yukarıdaki cümle amma da uzun.

— Okurken bile sıkıldım.

- Seninki yine iyi.. Ben okurken yoruldum.

— Siktir et o zaman tiyatroyu... Biz dalgamıza bakalım.

— Sana birşey diyeyim mi?

— Evet?

— Biz aslında seyirciyiz.

— Saçmalama

— O zaman bu koltuklarda neden oturuyoruz?

— Ne bileyim! Belki epik bir oyundur diye düşünmüştüm.

— Ya başlatma şimdi epiğine liriğine

Başka biri - Hocam bir susun da oyun başlasın

— Benim susmama kaldıysa oyun hiç başlamasın

Daha başka biri - Sizin tuzunuz kuru tabii...

— Ne muhatap oluyorsun şunlarla

En daha başka biri: Şimdi ikinize burada bir dalarım. Cümlenin sonunda hangi lafı sokacağınızı unutursunuz.

- ...

- ...

I. Bölüm:

(Sahnenin sağı. Sol tarafın ışıkları sönüktür. Taksim'de Balkabağı bardayız. Duvarda çeşitli hödüklerin dans ederken çekilmiş fotoğrafları vardır. Bardaysa şuan kostümünü anımsamadığım biri içki servisi yapmaktadır. Sahnenin ortasında bir kaç tip oynamaktadır)

Kral: Ve şimdi göğün tüm renkleri aforoz edilir sabahlarımdan. Ey uyku lanetliyorum seni. Ey huzur küfürlerim adınadır. Ben yalnızlığın Tanrısıyım… Ve kendimi peygamberim ilan ediyorum. Ve sonra reddediyorum o Tanrıyı…

Garson: Hocam sen yanlış oyuna gelmişsin.

Kral: Burası AKM değil mi?

Garson: Hocam ne AKM'si. Mevki doğru ama koordinatları şaşırmışsın sen.

Kral: Siktir! Sıçtık desene

Garson: Karizmayı yerlebir ettin hocam. Sen buradan çıkıp meydandan dümdüz yukarı çıkacaksın. "Kralı gelse beni burdan çıkartamaz" gibisinden iğrenç de bir şaka yapma lütfen.

Kral: Yok yok yapmam...

Yönetmen: Lan bi başlayamadınız oyuna… Pambık prenses gir hadi...

Pamuk Prenses: Hemen...

Garson: Pamukçuğum senin bu akşam baloda olman gerekmiyor muydu?

Pamuk Prenses: Çok stresliyim biraz rahatlayayım dedim.

Garson: Arabayı nereye çektin peki?

Pamuk Prenses: ay ne arabası? Her masala inanılır mı? Belediye otobüsüyle geldim ben buraya.

Garson: Balkabağından mıydı?

Pamuk Prenses: Yok metal… Arkadan çekişli, dört ileri bir geri vitesli, üç kaldıranlı normal bir belediye otobüsü…

Garson: Ee şoförü kimdi? Senin fare değil mi?

Pamuk Prenses: Saçmalama ne faresi? Belediyenin memurlarından biriydi işte.

Garson: Ama bu arada saat on ikiyi beş geçiyor...

Pamuk Prenses: Valla mı?

Garson: Anathema belamı versin ki doğru...

Pamuk Prenses: Hassiktir! Yandığımızın resmidir işte bu. Ben masalın yazarına ricada bulunayım. Yazar bey? Yazar bey bana bakar mısınız?

Yazar: Garson Bey şu müziğin sesini kısar mısın yazdıklarımı göremiyorum.

Garson: Ben de seni göremiyorum ama kısarım tabii. Yazar insana Taksim âleminde saygı sonsuzdur.

Yazar: Teşekkür ederim. Efendim Pamuk?

Pamuk Prenses: Saat on iki olmuş.

Yazar: Günaydın...

Pamuk Prenses: Ama sen yazar olarak beni ikaz etmeliydin.

Yazar: Sen masal kahramanı olup sahiplenmezken ben seni nasıl ikaz edebilirim. Hem oyunla ilgili gönderdiğim mektubu da huni biçiminde katlayıp bira içmişsin.

Pamuk Prenses: Bardaklar kirlenmesin diye şeyetmiştim.

Yazar: Doğru... Kendinin masalını kirletmek bir Arjantin bardağı temizlemekten daha doğru değil mi?

Garson: Yok efendim. Biz onların dibini arka tarafta ekmekle sıyırıyoruz. Hemencecik temizleniyor.

Pamuk Prenses: Lütfen yazar en azından saatleri bir saat geri alsan...

Yazar: Saatleri geri alabilirim de sözleri ve düşleri geri alamam Pamuk. Bu masalı okuyarak uyuyacak çocuklar çoktan uyudu. Ve de Kırmızı Başlıklı Kız masalıyla.

Pamuk Prenses: Peki şimdi ne olacak?

Yazar: Şimdiyi düşüneceğine yarını düşünseydin bu soruyu sormazdın.

İkinci bölüm:

— Pardon saat kaç?

— 12:35

— Ne?

— Hanımefendi hiç mi ömrünüzde 12:35 diye bir saat dilimini duymadınız?

— Duydum tabii…

— E o zaman neden 12:35'e - ki bu arada 12:36 oldu ve buna tepkinizi çok merak ediyorum - Einstein'ın Görelilik Teorisine yaptığı muameleyi yapıyorsunuz

— Çünkü geç kaldım

— Neye?

— Masala…

— Gülme komşuna gelir başına... Bu arada hangi masaldansınız?

- Rapunzel

Arka sıradaki biri: Hanımefendi şu saçları topuz yapmasaydınız keşke. Sahneyi görebilmek için girmediğimiz atom parçacığı biçimi kalmadı.

— Özür dilerim. Bir değişiklik yapayım demiştim.

Daha arka sıradaki biri: Valla saç modelinizi ilk başta oyunun dekoru sandım. Kendi kendime "Ulan sahnenin ortasına bu kazığı çakmakta ki nedenleri ne ola ki?" diye sordum.

Benim bile tanımadığım biri: Hocam az önce bir sinek gördüm. Rapunzel hanımın saçının zirvesine tırmanmaya teşebbüs etti. Başarısız olunca 17685. tokadan kendini aşağı atıp intihar etti.

— (Ağlar) Ben masalıma geç kaldım siz bana neler diyorsunuz?

— Hanımefendi biz mi getirdik sizi buraya.

Nikâh Memuru: Kendi rıza ve arzunuzla geldiniz.

Şahitler: Evet!!!

Davetli: Rapunzelciğim salla gitsin masalı. Sen oyunun zevkini çıkar. Bir kere geciktin. Daha sonra saçını iki sallarsın olur biter.

— Haklısınız… Peki siz kimsiniz?

— Kurbağa Prens...

— Siz de mi geciktiniz?

— Evet…

Sinirli biri: Ya başlayacağım masalınıza da kurbağanıza da susun da oyun başlasın kardeşim.

— Bizim yüzümüzden mi gecikiyor oyun?

Sinirli başka biri: Sizin cümlelerinizi yazmaktan helak oldu adam. Susun da son perde başlasın…

III: Bölüm:

(Sahnenin solu: Bir masa. Masanın başında bir adam... Masanın üstünde bir daktilo... Daktilonun yanında büyükçe bir şırınga... Hemen masanın yanında duran tahtadan beyaz bir at. Adam şırıngayı damarına batırıp kanını çekmektedir. Sonra daktilonun mürekkep bölümüne zerk edip yazmaktadır.)

Adam - kendine adam denilebilirse tabii- bileğine sapladığı şırıngayla kanından çekip daktilonun mürekkep haznesine zerk eder. Kâğıdı yerleştirir ve ilk tuşa basar. O anda daktilodan piyanonun "Mi" sesi yükselir. Adam - tabii kendine "Adam" denilebilirse- şaşırır bu duruma. Başka bir harfe basar. O anda da başka bir ses duyulur. Elini ileri doğru uzatıp parmaklarını kenetleyip kıtlatır parmaklarını. Derken sandalyesini çeker ve daktilonun tuşlarına basarak Lionel Richie'den Hello isimli müziği ve güftesi Richiezadelerden Lionel'e ait olan musikiyi meşk etmeye başlar. Bir kısmını da söyler hatta. Sonra durur ve başka bir şey çalmaya başlar. Derken seyirciler peçeteyle istek yapmaya başlar. Tam kasap havasında yönetmen de dâhil izleyiciler halay çekerken sahneye biri girer.

— Lan senin ne işin burada?

— Abi valla daktilonun ayarlarına bakıyordum. Yumuşak K harfi takılıyordu da...

— Başlarım senin yumuşağına da "K" harfine de… Siktir lan… Oyunun da içine etmişsin... Atacağımız bir tirat zaten. Tuvaleti temizlemeyi unutmuşsun. Git bir zahmet temizle!

— Peki abi...

— Al şunu

— Nedir o abi?

— Parantez içindeki ifaden

— Ne yazıyor ki abi?

—Üzgün)

— Sağol abi…

Adam - kendine tabii "Adam" denebilirse - şırıngayla kanını damarlarından çekip daktilonun mürekkep haznesine zerk eder. Kâğıdı yerleştirir ve yazmak için ilk harfe dokunur. O anda tuşlardan keman sesi gelmektedir. Şaşırır etrafına bakar. Sonra daktiloya bir kere vurur. Yeniden tuşa vurunda kontrbas sesi gelir. Bir daha vurur. Bu sefer bağlama sesi gelir. Yeniden vurur bu sefer normal sesini çıkartır. Sevinir. Kâğıdı çıkartır yerinden ve yeni kâğıt takar. O anda arkasındaki duvarda da beyaz bir ekran görünür. Adam - Kendine "Adam" tabii denilebilirse - yazdıkça ekranda yazılar belirir.

"Aşk" diye tanımlanmış bir his bulmacasının aşağıdan yukarı doğru uzanan şiiri olamam ben. Akrostişlerde parmak izi bıraktığım günlerden birinde bir şairin kalbinde terk ettim kendimi. Ve şimdiyse kendi uykumda kendimi öldürmek üzereyim. Ayakkabı bağcıklarını dola şimdi gözlerimi. Bakışlarımı nefessiz bırak. Gözler nefessiz kalınca kör olmaz. Körlük nefessiz kalınca ölür...

Açılsın o zaman demir perde. Çeliği gölgelerde dövelim. Ve sözcüklerden kuleler inşa edelim. Yaylar alkışlara gerilsin. Ayraçla araladığımız kitaba saplansın kalbimiz. Öldürme bu sefer kâğıda düşen hayalimi. Son nefesinde seni solusun. Ki yanacaksa da günahları için bu senin ateşin olsun...

Ben gecelerimi sokak lambalarından damıtırım. Teninden sürülen her tanesinin memleketiyim. Kendi kendimin gurbeti oldum ey yâr. Adı aşk sanılan her düşün kâbusuyum ben. Senin yüzün sevgili, aşkın yüzüdür. Senin kokun sevgili, düşlerin kokusudur. Ve sana dokunmak sevgili, şairliğimin alınyazısıdır.

Geceler silik bir anıdır gündüzlerin belleğinde. Ve sokak lambalarının aydınlığının labirentlerinde çoktan kaybolmuştur. Sense düşlerinden sızan bir denizin ıslattığı yatağında gölgelerini boğmaktasın. Pencerende begonyalar, kasımpatılar, güller laleler... Bahara daha yaşanmamış bir kaç ömür var. İyisi mi sen şimdiden eylüllerini kurutmaya başla defterlerinde.


03 Ocak 2009
Taksim Değil
Yunus B.

3 yorum:

Curly dedi ki...

Susuyorum ve alkışlamaktan başka bir şey yapamıyorum...Perde kapandımı? ellerim patladıda :))))

metamorphosis dedi ki...

Perdeyi az evvel temizlemeye gönderdik. Haliyle kapalı şuan :)

Adsız dedi ki...

çok beendim ehehehehe:D

Yorum Gönder