Oda

22 Ocak 2009 Perşembe

Kapıyı aç. Hayır dur. Kapı zaten açık… Yoksa seni nasıl görürdüm ama değil mi? Peki ya kapı kapalıysa? O zaman ben seni görmüyorum. Demek ki sen yoksun. Ama nasıl görüyorum seni? Haklısın kapı açık. O zaman sadece kapat. Hayır, hayır kapatma. Sonra neresi içeri neresi dışarı şaşırıyorum. Şu köşedeki sandalyeyi çekip ona otur. Hayır dur! O sandalye orada kalsın. Oradan dışarıya bakıyorum. Eğer o sandalyeyi oradan kaldırırsan manzaram da değişebilir. Oradan hep aynı şeyleri görüyorum. Yeni bir manzara alışmam zaman alır. Sadece duvar mı var? Duvarın üzerindeki çatlakları görmüyorsun herhalde. O çatlaklardan izliyorum ben dünyayı. Diğer odada bir sandalye olmalı. Eğer zahmet olmayacaksa onu alabilir misin? Anlayışın için teşekkür ederim. Ama bir dakika… O odaya giremezsin. Orada yaşayan bir başkası olabilir. Şimdi durup dururken rahatsız etmeyelim. Kim mi yaşıyor? Tabii ki öleceğim gün…

En iyisi sen tam karşımda duran sandalyeye otur. Tanımadığım insanları hep oraya oturtuyorum. Çünkü o sandalyeye arada ben otururum. Neden mi? Oturduğum yerden nasıl göründüğüme bakarım. İnsanın kendini kocaman bir boşluk olarak görmesi ne kadar acı değil mi? Oysa bir kütlem, yoğunluğum var. Hissedebiliyorum bunu. Bazen kapının önünden geçenler içeri bakıyorlar. Gözgöze geliyoruz. Demek ki bana bakıyorlar. Demek ki ben varım. Asıl korkum ne biliyor musun? Ya ben aslında başkalarının var zannettiği bir şeysem. Yani ya ben bir paranoyaysam? Ama sen burada olduğuna göre demek ki değilim. Değil mi? Hadi otur şimdi o sandalyeye. Çekinme lütfen. Ve senden ne gördüğünü anlatmanı istiyorum. Hayır vazgeçtim. Şimdi bak bana. İşte böyle. Daha dikkatli bak. Sonra o sandalyeye otur ve öyle bak bana. Bak bakalım değişiyor muyum? Bakalım benim göremediğim gibi sen de göremeyecek misin? Eğer sen görürsen demek ki ben de bir sorun var. Tabii oturabilirsin. Görebiliyor musun beni? İlginç! Hem de çok ilginç hem de çok ilginç. O zaman şimdi yer değiştirelim. Peki, şimdi ne oldu?
Görebiliyorsun demek. Peki, buraya oturduktan sonra hiçbir değişiklik olmadı mı bende? Mesela gençleşmedim mi? Şuan senin oturduğun sandalyede daha yaşlı görünmem lazım. Demek normal görünüyorum. Umarım bana yalan söylemiyorsundur. O zaman yer değiştirelim.

Bu arada sen kimsin? İlk defa görüyorum seni. Demek geçerken uğradın. Çok ince bir davranış bu… Belli zaten kibar bir insansın. Ama ilginç olan ne biliyor musun? Az önce yer değiştirdik ya! İşte o zaman sana bakarken kendi başımayken gördüğüm o boşluk hissine kapıldım. Sanki sen yoktun. Sakın sen de benim paranoyam olmayasın? İnan neden olduğunu bilmiyorum. Nereye bakıyorsun? Yoksa yüzüm birkaç dakikada eskidi mi? Sandalyeden olsa gerek. Hangi fotoğraf? O fotoğrafı ben çektirmedim. Ben değilim yani. Şans eseri bulmuştum. Eğer birgün bir fotoğraf çektirirsem işte böyle bir fotoğraf çektiririm diye çerçeveletip koydum oraya. Biliyor musun fotoğraftaki ifadeleri bile ezberledim. Saat muhtemelen öğlen vakti… Ama yer konusunda bir bilgim yok. Eğer o yerin neresi olduğunu da öğrenirsem orada fotoğraf çektirmeyi düşünüyorum. O elbiselerden sipariş bile ettim. Adamın elindeki şemsiyenin bir ton açığını bulabildim ama olsun.

Ama bak şu kenarda duran şövaledeki resmi ben tamamladım. Evet, o bana ait. Henüz bitmedi ama yine de bana ait. Tuval boş mu? Beyaz rengini de mi görmüyorsun? Kâğıdın rengi olabilir. Ama o kâğıdın beyaz olması tamamen benim inisiyatifimde. Neden durup dururken kâğıdın doğasını bozayım? Ya çizeceğim şey daha kötü olursa? Ya ekleyeceğim beyaz tonu daha kötü olursa? Yine de yarım o resim. Bir şeyler eksik ama neyin eksik olduğunu bilmiyorum. İçime sinmeyen bir şeyler var orada. Yoksa o kadını çıkartmalı mıyım? Hangi kadını mı? Tabii ki çizmediğim kadını. Ama kadında içime sinmeyen bana göre beyaz tonun ta kendisi. Sanki oraya başka bir renk lazım… Ama ne olduğu bilmiyorum. Mutlaka bulacağım. Kadının yanında olmayan o çocukta da bir tuhaflık var. Belki çizilmediği için bana sitem ediyordur. Bilmiyorum. Ki uzu n zamandır ne o kadın ne de çocuk benimle konuşmuyor. Tamamladığım için sitem ediyorlar olsa gerek.

Gidiyor musun? Ama daha yeni gelmiştin. Biraz daha sohbet etseydik. Peki, sen bilirsin. Yine de çok teşekkür ederim geldiğin için. Rica etsem kapıyı gıcırdatmadan açar mısın? Doğru ya kapı zaten açık… O zaman kapıyı sessizce açık tutar mısın? Öyle sessizce açık kalsın ki kapının önünden geçenlerin seslerini duymayayım. Veya kapat kapıyı sen. Evet, evet kapat kapıyı. Dur vazgeçtim! Kapatma kapıyı. Bir keresinde rüzgâr yüzünden kapanmıştı kapı. O zaman saatlerce içeri girmeye çalışmıştım. Hatta birkaç gün kayboldum. Aç, susuz bir halde gezindim durdum. Daha sonra odanın içinde olduğumu köşedeki sandalyeme yorgun düşüp oturunca anladım. O çatlak yerinde duruyordu. Tabii hemen gidip kapıyı açtım. Haklı olmak çok güzel bir şey… Tamam, görüşmek üzere… Kendine iyi bak. Yine beklerim.

Diğer odanın kapısını kim açık bıraktı? Yoksa o dalgın ziyaretçi mi açtı? Ama odanın kapısına bile yaklaşmadı ki. Kim var orada? Yine mi sen? O odaya nasıl girdin? Ama sen az önce o odadan çıkıp gittin. Gözlerimle gördüm. Hemen söyle o odaya nasıl girdiğini. Oraya girmemen gerektiğini söyledim sana. Şimdi sahiden çok kızdım. Aman Tanrım kapı kapanmış. Burası neresi? Hem, hem ben bilmiyorum buraları. Hiç çıkmadım dışarı. Rica etsem bana kaldığım odanın yerini tarif eder misin? Seni daha önce gördüm mü ben? Lütfen, buraların yabancısıyım ben. Bana yardım et. Bu boş sandalyede oturmayan kim? Evet, seni tanıyorum. Kendi odamdayken karşımda gördüğüm boşluğa benziyor. Kapıyı kim açıyor? Bu odanın anahtarı ben de dâhil kimse de yok. Çünkü bu odanın bir kapısı yok. Çünkü bu odanın bir anahtarı yok. Çünkü bu kapının bir anahtar deliği yok. Çünkü böyle bir oda yok… Ama kapıdan giren de sensin. İkiniz aynı anda farklı odalardan nasıl girdiniz? Peki, sen diğer odadan nasıl çıktın? O odada benim öleceğim gün saklıydı. Onu oraya kapatmıştım. Lanet herif sana açma dedim o kapıyı. Peki ya sen? Anahtarı olmayan bir kapıyı nasıl açtın? Olmayan bir kapıyı nasıl açtın? Hayır, ben daha ölemem. Hem daha fotoğraf çektirmedim ben. Hem daha resmimi tamamlamadım. Bana biraz daha zaman ver lütfen. Tamamlayayım şu resmi. Fotoğrafı da çektirince o zaman ölebilirim. Hem bu odadan Tanrı’nın haberi yok ki. Seni Tanrı göndermemiş demek ki. Peki, kim gönderdi seni? Ölmek için henüz çok erken. Ne ölmeyecek miyim? Ama o odada benim öleceğim gün vardı. Benden habersiz çoktan öldü mü? Bu nasıl olur? Ama ben hâlâ yaşıyorum.

Bir dakika… Şimdi anlıyorum. Kendi ölümümü o odaya hapsettikten sonra öleceğim gün erkenden öldü. Bense burada kendi hayatımdan mahrum biçimde yaşıyorum. Yani ben ne insanların ne de kendimin paranoyasıyım. Ben aslında Tanrı’nın paranoyasıyım…

06 Ocak 2009
İstanbul
Saat: 14:39
Yunus Bektaşoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder